SDG ile yapılan anlaşma doğru yönde atılmış bir adımdır

SDG ile yapılan anlaşma doğru yönde atılmış bir adımdır
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Halid Berri

Şarku'l Avsat

Bölgedeki milis projesinin çatırdaması, ılımlılık ekseni ve barışseverler açısından çok büyük bir stratejik kazanımdır.

Bunun böyle olup olmadığını ülkeleri milisler tarafından hedef alınan, özlemini çektikleri barış yok edilen, istemedikleri bir savaş başlatılan ve hak ettikleri beklentileri yok edilenlere sorun.

Bu milisler, hamilerinin bölge üzerindeki nüfuzunu artırmak amacıyla kurulmuş, finanse edilmiş ve silahlandırılmıştı.

Bu amaçla çağdaş devlet anlayışıyla bağdaşmayan mezhepçi eğilimleri yeniden canlandırdılar.

40 yıldır birincisi İran halkı ve refahı pahasına, ikincisi de komşuları pahasına hedeflerine ulaşmayı başardılar.

Karşı proje ise tam tersini talep ediyordu; mezhepçiliği değil vatandaşlığı, iç barışla ve geleceğe yönelerek ülke halkının çıkarlarını ön planda tutmayı istiyordu.

Ama siyaset soruları sever, sınavlara bayılır ve "ya şöyle olursa?" sorusunu sormaktan zevk alır.

Peki, ya bir rejim milis projesini hezimete uğratmayı başarmışsa ama kendisi mükemmel değilse?

Ya tarihi ve söylemleri onun yönetim biçimiyle ilgili kaygıları artırıyorsa?

Ya madalyonun diğer yüzü görünür ve kısır bir döngüye girersek?

Ya şöyle olursa?

Ya böyle olursa?

Burada önemli olan rahat bir konumda ve teorik düşünen birinin vereceği cevap değil, zira cevabı açık.

Onun için bunu reddetmek kolaydır. Sorun bu cevabın gerçekteki karşılığının şu olmasıdır; milislerin kalması.

O halde zorlu siyasi sorulardan henüz kurtulmuş değiliz.

Burada belirleyici olan, milis projesinin ateşiyle yanmış, kurtuluş gününün hayalini kurmuş ilgili tarafların vereceği cevaptır.

Onlar da "Ümidimizi koruyalım ve vaatlere güvenelim" dediler.

Görevi yerine getirmenin konuşmaktan daha zor olduğunun farkında olarak, Suriye geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın verdiği güvenceleri kabul ettiler.

Sanırım hepsi psikolojik olarak sürprizlere hazırlandılar ve desteklenen rejimden kendisine duyulan bu güvenin büyüklüğünü fark etmesini, durumun ciddiyetini anlamasını bekliyorlar.

İran Devrimi’nin yıldönümü olan 1979 yılı ve Afganistan'daki savaş, ardından Mısır cumhurbaşkanına yönelik suikast ve iktidarı ele geçirme girişimi gibi, onu izleyen olaylar döneminden çıkış için ılımlı ülkeler tarafından büyük çaba sarf edildi.

Bu dönem, radikalliğin yaygınlaşmasına ve Müslüman toplumlar üzerinde kontrol sahibi olmasına, ülkelerin siyasal statülerine olumsuz etkide bulunmasına yol açtı.

ABD, Afganistan'daki mücahitleri "özgürlük savaşçıları" olarak adlandırarak destekledi.

Ancak 11 Eylül saldırılarından sonra bunu inkâr etti ve bölge ülkelerini suçladı.

Batı medyası da bölge ülkelerinin daha ağır bedeller ödediğini, daha büyük fedakarlıklarda bulunduğunu görmezden geldi.

İslamcı radikalliğin siyasi, ekonomik ve sosyal yükünün hesaplanamaz bedelinden bahsetmiyoruz bile.

Afgan "kurtuluş" savaşı da "Sovyet destekli despotluğa" karşı bir kurtuluş davası olarak başladı.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.