Salman Sayyid
Kamusal diplomasi ve geleneksel diplomatik çabalar, İslamofobiyle etkili bir şekilde mücadele etmek için hayati öneme sahip. Bu mücadelede başarıya ulaşabilmesi için geniş kapsamlı, uluslararası bir iş birliği ve etkili bir strateji gerekli. Peki İslamofobi hakkında neleri yanlış anlıyoruz?
ABD Başkanı Donald Trump’ın yeniden başkanlığa seçilmesi, İslamofobinin artmasına neden olan bir gelişme değil, onun bir yansımasıdır. On yıllardır kamuoyu üzerinde etkili olan kişiler, politika yapıcılar, düşünce kuruluşları ve medya, İslamofobinin yayılmasına ve zemin kazanmasına katkıda bulundu. İslamofobinin normalleşmesi, aşırı sağcı fikirlerin ana akım siyasette yer bulmasının önünü açtı. Bir zamanlar yalnızca aşırı sağcı gruplara ait kabul edilen söylemler, artık Batılı yönetimlerde sıradan hale geldi. Üstelik, İslamofobinin yükselişi yalnızca aşırı sağ partilerin seçim başarısıyla sınırlı kalmadı; sol, merkez ve sağdaki partiler ile organizasyonlar da bu durumu körükledi.
İslamofobi Münferit Değil Sistemik Bir Sorun
2024 yazında, Trump’ın yeniden seçilmesinden önce Britanya’da büyük çaplı İslamofobik saldırılar yaşandı. Şiddet olaylarını tetikleyen, bir Müslüman mültecinin üç genç kızı öldürdüğüne dair asılsız bir söylentiydi. Camilere saldırıldı, Müslüman olduğu düşünülen kişiler sokakta fiziksel şiddete maruz kaldı ve mülteci yurtları kundaklandı. Britanya’nın Batı’da Müslümanlar için nispeten güvenli bir ülke olduğuna inanan birçok insan bu olaylar karşısında şaşkına döndü. Ancak gerçek ortaya çıktığında, cinayetleri işleyenin ne bir mülteci ne de bir Müslüman olduğu, aksine Britanyalı bir Hristiyan olduğu anlaşıldı. Bu söylentinin nasıl yayıldığı ve neden şiddeti körüklediği, İslamofobinin toplumun ne kadar derinlerine işlediğini açıkça ortaya koydu.
İslamofobi sadece bireylerin ya da aşırı sağcı grupların teşvik ettiği bir durum değil. Medya patronları, teknoloji milyarderleri ve aşırı sağcı siyasetçiler kadar, ceza adaleti sistemi, göç politikaları ve eğitim kurumları da bu sorunun parçası. İşgal altındaki Filistin’de ve Hindistan’da evlerin yıkılması, Çin’de camilerin zorla dönüştürülmesi, Kur’an-ı Kerim’in yakılması, minarelerin yasaklanması, hem Müslüman hem de gayrimüslim ülkelerde başörtülü kadınlara yönelik fiziksel saldırılar, kundaklamalar ve cinayetler, bu sistemik sorunun farklı yansımaları.
İslamofobi Etnik Milliyetçileri Dünya Çapında Birbirine Bağlıyor
Trump’ın yeniden seçilmesi bu sorunun çözümü için hangi adımların atılması gerektiğini daha da netleştirdi. Gazze’de yaşananlardan sonra, en kayıtsız gözlemciler bile artık ABD ve Avrupa Birliği’nin insan haklarının güvenilir savunucuları olmadığını kabul etmek zorunda. Trump’ın ikinci dönemi, aşırı sağın yükselişinin kalıcı bir eğilim olduğunu ve kendiliğinden düzelmeyeceğini gösterdi.
İslamofobi, etnik milliyetçileri dünya çapında birbirine bağlayan bir unsur hâline gelerek apartheid ve soykırımı meşrulaştıran bir araca dönüştü. Aynı zamanda profesyonel manipülatörlerin gazeteci ya da hakikat anlatıcısı kisvesi altında faaliyet göstermelerine imkan tanıyor. Cehalet artık bir mazeret değil ve kayıtsız kalmak da bir seçenek olmaktan çıktı. İslamofobinin tanımı üzerine sonu gelmeyen tartışmalar yerine, onu ortadan kaldırmaya yönelik somut eylemler gerekiyor.
İslamofobiye dair yanlış algılar hâlâ yaygın. Bunun Müslümanların davranışlarına bir tepki olduğu, İslam korkusunun haklı olduğu ya da eğer gayrimüslimler “gerçek İslam”ı anlarsa bu sorunun ortadan kalkacağı gibi iddialar var. Ancak İslamofobi bir inanç meselesi değil, Müslüman kimliğine yönelik bir ırkçılık biçimi. İnsanların giydiği kıyafetler, yedikleri yemekler, yaşadıkları yerler ya da destekledikleri davalar nedeniyle hedef alınmaları, İslamofobinin temel dinamiklerinden biri. Bir kişinin dindar bir Müslüman olup olmaması bile önemli değil; bu önyargı, inançtan bağımsız olarak Müslüman kimliğini hedef alıyor.
İslamofobiye Karşı Küresel Dayanışma Gerekli
Dolayısıyla, bu konuda kapsamlı bir kamu bilgilendirme kampanyasına ihtiyaç var. Bu kampanya, İslamofobinin bir inanç ayrılığı değil, bir tür ırkçılık olduğunu kabul etmeli ve toplumlar üzerindeki etkilerine dikkat çekmelidir. Ancak, İslamofobinin aynı zamanda bir devlet projesi olduğunu kabul etmeden böyle bir kampanyanın başarılı olması mümkün değil. Pek çok hükümet ve devlet kurumu, İslamofobiyle mücadele etmek yerine onun yayılmasını teşvik etmektedir. İslamofobi yalnızca Tel Aviv, Delhi veya Paris’te bir devlet politikası olarak karşımıza çıkmıyor, aynı zamanda İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi bazı ülkeler de bu durumun en ısrarcı destekçileri arasında. Bu ülkelerin rejimleri, yalnızca İslamofobik figürleri, suç gruplarını ve düşünce kuruluşlarını finanse etmekle kalmıyor aynı zamanda İslamofobik kanaat önderlerine platform sağlıyor ve perde arkasında bu politikayı sürdürmek için gizli anlaşmalar yapıyor. Pek çok despot, İslamofobiye yatırım yaparak Trump gibi liderlerin hedefi olmaktan kaçınabileceklerini ve bu sayede iktidarlarını süresiz olarak sürdürebileceklerini sanıyor.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Bu yazı Anadolu Ajansı’nın analiz metni olarak yayımlanmıştır