Görmezden geldiğimiz mezhepçilik!

Görmezden geldiğimiz mezhepçilik!
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Hazım Sağıye

Şarku'l Avsat

Son dönemde Suriye’nin kıyı bölgelerinde yaşanan trajedi ile etkileşim içinde, pişmanlık ve özürle karışık şöyle diyen birçok ses duyuldu; mezhepçiliğin göründüğü kadar güçlü olduğunu takdir etmemiştik.

Sayısız delile başkaldıran bu ihmalin kaynağı nedir?

Büyük olasılıkla, insanın ihmalkârlıkla flört etmek, yani kendi dünyasının eksikleri ve kendisinin kusurları konusunda sessiz kalmak gibi kötü bir eğilimi vardır. İçimizden birinin evinde, ailesinde ve toplumunda derin bir eksikliğin bulunduğunu kabul etmesi tedirgin edici ve sinir bozucudur. Öte yandan, sevgili ezilen ve haksızlığa uğrayan “ailemizin” güllerle dolu bir resmini çizdiğimizde, ruhumuz huzurlu bir dengeye yerleşir.

Ama mezhepçilik bir anlamda biziz. Mezhepçilik bir din değil, keza atalarımızdan beri içimize yerleşmiş bir kötülük de değil. Bu, toplumlarımızın kadim fanatik yapısından ilham almayı sürdüren, ismi ve işleyişiyle modern bir siyasal ve dolayısıyla kültürel ilişkidir. İkincisi, modernliği karşılama biçimimiz ve devletleri, siyaseti ve ekonomiyi inşa etme biçimimizle mezhepçiliği aşmaktan ziyade yeniden canlandırdık.

İhmal ve üzerinde durmama eğilimine karşılık, bu imajı güçlendirmek için düşmanlığa karşı mücadele ideolojileri ortaya çıktı. Sömürgeci, Siyonist ve şeytani düşman, en olumsuz şekilde tasvir edilmeli ki, bizim en olumlu şey olduğumuz konusunda tatmin olalım. Bizde vücut bulan bu olumlulukta ise mezhepçilik, aşiretçilik vb. “kusurlu” olguların var olması mümkün değildir.

Oyunu sonuna kadar sürdürdüğümüzde bu düşman, içimizde yakalanabilecek ve gizlenmesi zor olan kötülükleri “ekmeyi” kendine görev edinir. Çünkü o mutlak düşmandır ve mutlak kötüdür, toprağımıza mezhepçilik de dahil olmak üzere nifak ve ihtilaf ekmektedir. Böylece bu “felaket” küresel pazara dahil olmamızın, kapitalizmin içimize “nüfuz etmesinin” ve İbrahim Paşa’nın Batı’dan etkilenen reformlarının bir sonucu olup çıkar. Böyle bir yorumun geçerliliğinin, bize karşı kurulan komplonun durdurulması için tarihin dondurulması ve hayatın durdurulması şartına bağlı olduğu biliniyor.

Bu mezhepçilik harici ve anlık, “düşman” tarafından ortaya çıkarılmış olarak tasvir edildiği, onu iyileştirmek de başka bir ulusal, laik veya demokratik bilincin sorumluluğu olduğu için; bu amaca ancak düşman, nifak ve onunla birlikte geri kalmışlık tohumunu eken ile mücadele bağlamında ulaşabiliriz. Bu yüzden eski folklorik örneklerle kendimizi rahatlatıyoruz; Hristiyan Fares el-Huri bir zamanlar Emevi Camii'nde namaz kılmıştı. Ondan önce Dürzi Sultan el-Atraş Fransızlara karşı devrimi başlatmıştı, Alevi Salih el-Ali ise İbrahim Hananu'nun Halep'te başlattığı işi kıyı bölgesinde tamamlamaktaydı.

MAKALENİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.