Gecikmeye övgü: Zaman nereye gitti?

Gecikmeye övgü: Zaman nereye gitti?
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Hélène L’Heuillet / tabutmag.com

Türkçesi: Şehsuvar Aktaş

Günümüz çalışma süreci içinde zaman “kazanılmaktan” çok denetlenir, yani özne-dışı haline getirilir. Marx’ın eleştirisi henüz gerçekliğini yitirmemişti: Verimlilik Smithçi hikâyede olduğu gibi kayıp zaman üzerinden kazanılmış görünüyordu. Ama bugün modern şirketler zaman kaybetme yöntemlerini örgütlüyorlar. Google’da çalışan birisi iki toplantı arasında köpeğini gezdirmeye götürebilir, pijamayla gelip işyerinde duş alabilir ya da şirket yerleşkesi içinde “scooter”a binebilir. Fransız şirketler de çalışanlar rahatlasın diye “off” günler ayarlar. Zaman kaybının işe entegre olması sorunun tam olarak çalışma ritminin hızlandırılmasında değil hızlanmanın sağladığı şeyde, yani zaman denetiminde yattığını açıkça gösterir. Tabii ki hızlanma denetimin gerçekleştiği zorunlu alandır. Ayrıca bahşedilen ritim kesintileri süre bitimlerinin kıskacını gevşetmez. Ama hızlanma, denetlemeyi, giderek daha çok bir “özdenetime” dönüşen bir denetimi gizler.

Zamanın denetlenmesi aslında zordur. Bunu başarmak için sömürülen öznenin işbirliğini sağlamak gerekir. En iyi yolu kişinin kendisinin denetçisi olmasını sağlamaktır. Çünkü çalışmada denetlenmesi gereken zamandır, denetim giderek bir özdenetime dönüşür. İster el emekçisi, ister zihin emekçisi, ücretli çalışan ya da bireysel girişimci olsun, hepsi kendisini zaman üzerinden denetler. Bir işyerinde ya da evden çalışmada herkes kronometreyle yaşar. Zaman, denetimin modus operandi’si oldu. Sözgelimi kadrolu memurlar XIX. yüzyıldaki işçilerin yaşadığı denli zorlayıcı türden bir denetime tabiler artık. Ajandaları paylaşılır. Özgürlük sağlayan hiçbir zaman aralığı oluşmamalıdır. Zaman yetersizliğinden yakınmaları sürekli yinelenir.(1) Satış temsilcileri gibi denetlenmesi en zor meslekler artık yeni bilgi ve iletişim teknikleriyle mümkün kılınan bir zaman denetimi altında.(2) Dahası, Marx’ın imalathane döneminin başlayışıyla birçok zanaatkârın giderek ücretli konumuna “düştüğünü” görmüş olduğu gibi,(3) günümüzde de birçok serbest meslek sahibi taşeronluğun gelişmesiyle ücretli çalışan konumuna düşer. Nitekim kendi hesabına iş yapabilip, gerekirse eleman istihdam edebilirken, bir yandan da verdiği vadelerle çalışma ritmini belirleyen bir üst işletmenin ritmine bağımlı olunabilir. Bu durumda kişinin kendi zamanı kesintisiz bir denetim altına girer.

Dijital alandaki gelişme zaman üzerindeki denetimi, dolayısıyla da kişinin özdenetimini artırır. Kısa süre öncesine kadar el konulamaz görülen öznel zaman dijital gözetimin yeni gereçleriyle “denetlenebilir” kılındı. İlk kapitalizm emek fazlasını nesnel zamanın daraltılması yoluyla devşiriyordu, ikinci kapitalizm ise onu, yalnızca çalışmaya ayrılan zaman olan öznel zamanın gözetimi yoluyla devşiriyor. İster fabrikada ya da bilgisayar başında çalışılsın, ister kadrolu memur ya da üniversitede araştırmacı olunsun, herkes bir iş günü içerisinde kaçınılmaz olarak ölü zamanlar bulunduğunu bilir. Üniversitedeki araştırmacı da ortak bir araştırma projesine katıldığında artık fiilen çalışılan zamanı hesaplamak zorunda. “Yalnızca fiilen çalışılan süre için ücret ödenmesi”(4) kararı verildiğinde çalışma hayatında bir şeyler olup bitti. Bu açıdan bakıldığında, her çalışmanın, istense de istenmese de, “ölü zamanları” olduğunu göz önünde bulunduran XIX. yüzyıl kapitalizmine göre geri adım atıldığı görülüyor. “Ölü zaman”, Luc Boltanski ile Ève Chiapello’nun, fiili çalışma olmaksızın çalışmanın parçası olan ve sözgelimi “işgünü içerisine parça parça yerleştirilmiş molaları, eğitim zamanlarını”(5) içeren o zamanı belirtmek için kullandıkları tuhaf bir ifade. Ne ki şunu söylemek gerekiyor, bu ölü zamanlar yaşanan zamanlardır daha doğrusu fiilen çalışılmış iş zamanını canlı bir zaman kılan şeydir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.