Çanakkale: Ölümün bile yenemediği bir milletin destanı

Çanakkale: Ölümün bile yenemediği bir milletin destanı
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak / Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü

Independent Türkçe

1914 yılının 12 Ağustos'unda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Sırbistan'a saldırmasıyla başlayan I. Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en yıkıcı ve en geniş çaplı çatışmalarından biri olarak kayıtlara geçmiştir.

Savaşın ilk ayları, cephelerin hızla şekillendiği ve devletlerin askeri kapasitelerinin sınandığı kritik bir dönem olmuştur.

Avusturya orduları, Bosna üzerinden harekete geçerek Belgrad'ı ele geçirmeyi hedeflemiş, ancak bu stratejik hamle beklenenden uzun sürmüştür.

Sırp ordusu, olağanüstü bir direnç göstererek kısa sürede toparlanmış ve Avusturya kuvvetlerini geri püskürtmüştür.

Belgrad'ın geri alınmasıyla birlikte, Sırplar yalnızca kendi topraklarını savunmakla kalmamış, aynı zamanda Avusturya ordularını Tuna Nehri'nin kuzeyine kadar iterek büyük bir karşı saldırı gerçekleştirmiştir.

Bu gelişme, Avusturya'nın askeri gücüne dair ciddi şüpheler doğurmuş, müttefiki Almanya için ise savaşın seyrini değiştirecek kritik bir kırılma noktası olmuştur.

Almanya, hem Batı'da Fransa'ya karşı yoğun bir mücadele içindeydi hem de doğu cephesinde Rus ilerleyişini durdurmayı hedefliyordu.

Ancak Avusturya'nın zayıf performansı, Berlin'in savaş stratejisini yeniden gözden geçirmesine yol açmıştır.

Bu esnada Rusya, seferberliğini beklenenden hızlı bir şekilde tamamladı ve 17 Ağustos 1914'te Doğu Prusya'ya girdi.

Bu hamle, Alman ordusunu büyük bir baskı altına almışsa da Alman komuta kademesinin stratejik dehası devreye girmiş ve Rus ordusu, Tannenberg Muharebesi'nde ustalıkla kurulan bir pusuya düşürülerek ağır bir yenilgiye uğratılmıştır.

Bu zafer, Almanya'nın doğu cephesindeki moralini yükseltmiş olsa da Avusturya-Macaristan'ın Galiçya Cephesi'nde Rus kuvvetlerine karşı başarısız olması, müttefikler arasında derin kaygılar yaratmıştır.

Uzun süren çarpışmalara rağmen taraflardan hiçbiri belirleyici bir üstünlük sağlayamamış ve savaşın ne denli yıpratıcı bir mücadeleye dönüşeceği giderek daha belirgin hale gelmiştir.

Bu süreçte İngiltere, Avrupa'daki güç dengelerini kendi lehine çevirmek adına stratejik hamleler yapmaya yönelmiştir.

Almanya karşısında zorlanan Fransa'ya destek vermek isteyen Londra hükümeti, Rusya'yı bu mücadeleye daha aktif bir şekilde dahil etmeyi amaçlamış ve bunun için büyük miktarda askeri yardım sağlamıştır.

Plan, Rusya'nın Almanya'ya karşı daha agresif bir saldırıya geçmesini hedeflemekteydi.

Ancak bu planın bir sonucu olarak Osmanlı Devleti'nin savaşa dahil edilmesi ve 1915 yılında Çanakkale Savaşı'nın patlak vermesi, küresel çapta savaşın boyutlarını genişleten önemli bir gelişme olmuştur.

Savaşın ilk yılında hiçbir taraf kesin bir zafer elde edememiş, tarafların büyük stratejik hedeflerine ulaşamadığı görülmüştür.

Ancak zaman, özellikle hammaddeye dayalı bir yıpratma savaşı haline dönüşen bu mücadelenin İtilaf Devletleri lehine ilerlemesine sebep olmuştur.

İngiltere ve Fransa'nın sanayi gücü ve sömürgelerden sağladıkları kaynaklar, uzun vadede onlara büyük bir avantaj sağlamıştır.

Buna karşılık Almanya ve Avusturya-Macaristan, uzun sürecek bir savaşın ekonomik ve askeri yükünü taşıyıp taşıyamayacakları konusunda endişelenmeye başlamıştır.

Tam da bu noktada Osmanlı Devleti'nin jeopolitik önemi giderek artmış ve İstanbul, hem Berlin hem de Londra için büyük stratejik hesapların yapıldığı bir merkez haline gelmiştir.

Osmanlı toprakları, savaşın gidişatını belirleyecek kilit bir unsur olarak değerlendirilirken, taraflar bu bölgenin nasıl bir savaş sahnesine dönüşeceğini öngörmeye çalışmıştır.

Tarih sahnesine kan ve ateşle kazınan bu savaş, yalnızca devletlerin askeri kapasitelerini değil, insanlığın dayanma gücünü ve stratejik zekâsını da sınamış; dünya düzenini derinden sarsarak yeni bir çağın kapısını aralamıştır.

Osmanlı Devleti neden savaşa girdi?

1915 yılı, I. Dünya Savaşı'nın kaderini belirleyecek gelişmelere sahne olmuş ve küresel ölçekte güç dengelerini değiştirecek kritik kararların alındığı bir dönem olmuştur.

Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Rusya'ya karşı başlattığı ortak harekât, iki hafta içinde 120 kilometre kadar ilerleme sağlayarak Rus topraklarının derinliklerine nüfuz etmeyi başarmıştır.

Bu durum, Rus hükümetinde büyük bir endişeye yol açmış ve Çarlık yönetimi, üzerlerindeki bu baskının hafifletilmesi için İngiltere'den yeni bir cephe açılmasını talep etmiştir.

Açılması düşünülen bu yeni cephe, stratejik konumu nedeniyle Osmanlı topraklarında, özellikle de Boğazlar bölgesinde planlanmıştır.

Bu kararın temelinde bir dizi stratejik gerekçe yatmaktaydı:

1-Boğazların kontrolü ve Rusya'nın desteklenmesi

Eğer bu harekât başarıyla sonuçlanmış olsaydı, İstanbul ve Çanakkale Boğazları İtilaf Devletleri'nin eline geçecek, böylece Rusya ile doğrudan bir bağlantı sağlanmış olacaktı. Bu bağlantı, Rus ordusunun en büyük ihtiyaçlarından biri olan silah ve mühimmat tedarikini kolaylaştıracak ve Almanya'nın doğu cephesinde daha büyük bir baskıyla karşılaşmasına neden olacaktı. Bu durum, Fransa'nın batı cephesindeki yükünü hafifletecek ve savaşın genel seyrini İtilaf Devletleri lehine çevirebilecekti.

2-Balkanlarda dengenin değiştirilmesi

Trakya'nın işgal edilmesiyle birlikte İtilaf Devletleri, Balkanlar'daki üstünlüğü ele geçirebilir ve Almanya'nın güneyden kuşatılmasını sağlayabilirdi. Bu hamle, Fransa'nın Almanya korkusunu azaltacak ve savaşın seyrini Müttefikler lehine hızlandıracaktı.

3-Tarafsız devletlerin savaşa dahil edilmesi

Balkanlarda İtilaf Devletleri'nin üstünlüğü ele geçirmesi, o dönemde henüz savaşa katılmamış olan İtalya ve Romanya gibi devletlerin Almanya'dan duyduğu endişeyi azaltacak ve bu devletleri İtilaf kuvvetleri safına çekme olasılığını artıracaktı.

4-Osmanlı'nın Kafkas cephesinde zayıflatılması

Osmanlı Devleti'nin Kafkas Cephesi'nde Rusya'ya karşı yürüttüğü askerî harekât, Çanakkale'ye yönelik saldırılar nedeniyle büyük bir sekteye uğrayacaktı. Osmanlı ordusunun önemli bir kısmı savunmaya yönelmek zorunda kalacak, bu da doğu cephesinde Rusya üzerindeki baskının azalmasına yol açacaktı.

Bu stratejik hesapların merkezinde Osmanlı Devleti'nin askeri ve ekonomik zayıflığı olduğu düşünülüyordu.

İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti'nin Boğazlar bölgesindeki direncinin kolayca kırılacağını ve İstanbul'un hızla ele geçirilebileceğini varsayarak büyük bir hata yapmıştı.

Ancak gözden kaçırılan en önemli unsur, Osmanlı halkının kendi vatanını savunmadaki sarsılmaz kararlılığıydı.

MAKALENİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.