Prof. Dr. Nuray Mert'e açılan dava...

Prof. Dr. Nuray Mert'e açılan dava...
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Altan TAN
Independent Türkçe için yazdı
24.25.ve 26.Dönem Diyarbekir Milletvekili
 

Nuray Mert hakkında, "terör örgütüne üye olma" suçlamasıyla dava açıldı.

Bu davayı açan savcılar, araştırmayı yapan adli güvenlik yetkilileri, bu süreci neye göre yürüttüler? Nasıl bir vicdan taşıyorlar? Doğrusu, merak ediyorum.

Nuray Mert'i uzun yıllardır tanırım. Aşağı yukarı aynı yaşlardayız. Ben ondan 1-2 yaş daha büyüğüm.

Bugüne kadar fikirlerine, görüşlerine katılırsınız ya da katılmazsınız... Ama bulunduğu her yerde, doğru bildiklerini ve inandıklarını dile getirdi.

Bugüne kadar yazdı, çalıştı, görev yaptı. Neredeyse her yerden "kovuldu."

Veya daha nazik bir ifadeyle, "ayrılmak zorunda kaldı" da diyebilirsiniz.

Tekrar söylüyorum: Fikirlerine katılırsınız ya da katılmazsınız.

Ama Nuray Mert'in tutarlı bir duruşu var.

Bir: Hiçbir zaman yalakalık yapmadı.

İki: İnandığı görüşleri –katılsanız da katılmasanız da– açık ve dosdoğru bir şekilde ifade etti.

Zaten insanoğlu öyle bir varlık ki, kendi fikirleri içinde bile zamanla değişiklikler, gelişmeler, hatta size göre geriye ya da ileriye gidişler olabilir.

Kendi içinde bile çizgisi düz olmayan insan, başkalarıyla nasıl hep aynı fikirde olabilir?

Elbette eleştireceğiniz, karşı çıkacağınız, eksik ya da hatalı bulacağınız fikirler olur.

Ama mesele bu değil.

Mesele;

Bir: Hakaret etmeden,

İki: Nezaket sınırlarını aşmadan bu eleştiriyi yapabilmektir.

Bu herkes için geçerlidir.

Ama Nuray Mert'i kalkıp terör örgütü üyeliğiyle suçlamak...

İşte bu, "tuzun koktuğu" yerdir.

Sevgili arkadaşlar, bir memlekette eğer tuz kokarsa, ondan sonra çürümeyi engelleyecek ne kalır ortada?

Doğrusu, merak ediyoruz.

"Damdan düşenin hâlinden damdan düşen anlar" diye çok güzel bir deyim vardır.

Ben de yıllarca hem İslami çevrelerde, hem Kürt siyasal gruplarında, hem de Türkiye'deki demokratik güçler içerisinde –solcusu, sağcısıyla– siyaset yaptım.

Fikirlerimi beyan ettim. Ve inanın, benzer tepkilerle karşılaştım.

En son, PKK ile İmralı arasında yürütülen süreçle ilgili olarak yıllarca 3 şey söyledim:

Dedim ki:

Arkadaşlar, bu silahın devri bitti.

Devri var mıydı, yok muydu, bu ayrı bir tartışma...

Ama artık silahların susması, bitmesi ve bir daha çıkarılmamak üzere toprağa gömülmesi lazım.

PKK'ya bu çağrının ve baskının, başta Kürt siyasetçiler olmak üzere, tüm demokrat çevrelerce yapılması gerekir.

Yani bunu Selahattin Demirtaş'ın da, Ahmet Türk'ün de, Leyla Zana'nın da söylemesi gerekir.

Kim varsa, açık yüreklilikle "Artık durun. Bu yol çıkmaz sokak" demelidir.

İkinci olarak; sırtını Baas Partisi'ne, İsrail'e, İran'a, Amerika'ya, Almanya'ya, İngiltere'ye ya da Rusya'ya -artık aklınıza kim geliyorsa– yaslayarak Türkiye karşıtı bir pozisyona geçmek, Türkiye ile çatışmak bir çözüm değildir.

Türkiye içindeki milliyetçi, sağcı, ulusalcı, ulusalcı solcu ve kimi Alevici çevreler bu sürece ne kadar direnirse dirensin; Kürtlerin meşru haklarının alınması, ne kadar zorlu bir yoldan geçerse geçsin, bu zor yolu Türkiye için de denemek gerekir.

Türkiye'ye karşı sırtını dış güçlere dayayarak yürütülen çatışma, hem Türkiye'ye, hem Kürtlere, hem de Ortadoğu'daki diğer halklara büyük zarar veriyor.

Dahası, bu yolun varabileceği bir yer de yok.

Sonuç: Bütün coğrafyamız harap olur, yakılır, yıkılır, yerle bir olur.

PKK'nin artık yılların gerisinde kalmış arkaik ideolojisi, teşkilat şeması, yönetim biçimi sona ermiştir.

Bu yapının, hem dünyadaki demokratik güçlerle hem de bölgemizle, Türkiye'yle ve en önemlisi Kürt halkının gelenekleri, görenekleri ve inançlarıyla barışık bir siyasal çizgiye oturması şarttır.

Bu ideoloji tükenmiştir.

Ve bu ideolojiyi dile getiren kadrolar da tükenmiştir.

Yıllardır tepeden indirilen bu kadroların, başta Kürt halkı nezdinde, artık hiçbir karşılığı kalmamıştır.

Burada 3 temel mesele var:

Silah, şiddet ve terör artık bir yol değildir. Bitmelidir, bitmiştir.

Türkiye'ye karşı sırtını Amerika'ya, Avrupa'ya, İran'a, İsrail'e veya başka bir dış güce yaslayarak siyaset yapmak, büyük bir yanlıştır.

Bu arkaik ideolojiyi hâlâ ısrarla Kürt halkına ve Türkiye'ye dayatmak, daha da büyük bir yanlıştır.

Bu 3 temel gerçeği yıllardır bıkmadan, usanmadan dile getirdiğim için, Türkiye'deki bazı çevrelerin -bir kısmı belki gerçekten anlamıyor ama çoğunluğu şaklaban ve dalkavuk- linç kampanyasına maruz kalıyorum.

Peki, bugün ne oldu?

Bugün, Abdullah Öcalan da dâhil -ki hakkını teslim etmek gerek, 2013'te benzer ifadeleri o da kullanmıştı ama söyledikleri boşa çıkarıldı- Selahattin Demirtaş ve DEM Parti yöneticileri de aynı şeyleri söylüyorlar.

Peki, aynı şeyleri söyleyecekseniz, neden son 13-15 yıldır bu kadar hakaret ettiniz?

Tabii bu dönemde daha ilginç şeyler de oldu.

Bu düşüncelerimi dile getirirken ve Kürtlerin meşru haklarını sürekli savunurken bir örnek vermek isterim.

Hulki Cevizoğlu adlı cahil ve terbiyesiz kişi, CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın programında bana ağır hakaretlerde bulundu.

Benim dava açmam gerekirken, ne yazık ki mahkemeler bu kişi hakkında değil, benim hakkımda dava açtı.

İkinci celsede ceza verildi.

Dosya istinaf mahkemesine gönderildi.

Ve istinaf mahkemesi, sadece 34 gün gibi rekor bir sürede, "terör örgütünü övme" suçlamasıyla hakkımdaki cezayı onadı.

Allah'tan korkun yani!

Türkiye'de hiç mi akıllı, vicdanlı kimse kalmadı?

Elbette görüşler eleştirilebilir.

Her türlü fikir tartışmaya açıktır.

Ama bugün aynı linç ve aynı aymazlık Nuray Mert için de sergileniyor.

Fikirlerine katılırsınız ya da katılmazsınız.

Zaten kimse, kimsenin görüşüne birebir katılmak zorunda değil.

Ben çocuklarıma da hep bunu öğütlerim.

6 çocuğum, 6 torunum, 2 damadım var. (Henüz gelinler yok, inşallah onlar da olur.)

Bu çekirdek ailemizde bile -kardeşlerim dahil olmak üzere- yüzde 100 aynı görüşte değiliz.

Bugün bile bildiğim kadarıyla ailemizden 3 ayrı partiye oy çıkıyor; çocuklarımızdan, damatlarımızdan...

O yüzden Nuray Mert'in fikirleri ne kadar doğru, ne kadar yanlış; bu size ya da bana göre değişir.

Bu ayrı bir tartışma konusudur ve herkes kendi cevabını verebilir.

Ama hayatı boyunca şiddetle, terörle, silahla hiçbir ilgisi olmamış bir öğretim üyesi hanımefendi hakkında bu kadar seviyesiz bir suçlama yöneltilmesi, en katı vicdanları bile sızlatır.

Yazık…

Başta ülkemize bunu yapmayalım.

Nuray Hanım'a, yani çok eski bir dostum ve arkadaşım olarak, buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum:

Yola devam.

Moraller bozulabilir ama tembelliğe düşmemek gerek.

Bu ömür yolculuğunu, bu duruşu gittiği yere kadar onurla taşımak lazım.

YAZIYA KONU OLAN MAKALEYİ OKUMAK İÇİN AŞAĞIDAKİ SATIRA TIKLAYINIZ
Prof. Dr. Nuray Mert siyasi yorum yazılarına son verdiğini açıkladı: Korkuyorum, ülkem adına korkuyorum, o küçük kız için korkuyorum

Bir yanıt yazın

Yanıt yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.